Bir temmuz günü, öğle vakti. Güneş tepeye dikilmiş, ışınlarını bir mızrak gibi ovaya yayıyordu. Ova bu sıcaklığın etkisiyle kavruluyordu. Kuraklıktan toprak çatlamaya, arpa ve buğday tarlaları bu kura...

Bir temmuz günü, öğle vakti. Güneş tepeye dikilmiş, ışınlarını bir mızrak gibi ovaya yayıyordu. Ova bu sıcaklığın etkisiyle kavruluyordu. Kuraklıktan toprak çatlamaya, arpa ve buğday tarlaları bu kuraklığın etkisiyle başakları olgunlaşamadan sararmaya başlamıştı. Çatlamış dudaklarını testisinde kalan azıcık suyla ıslatıp nasırlı elleriyle terini silerek kırsalda nadir bulunan bir ağacın gölgesine sığınmıştı. Umutsuz gözlerle ovayı süzerken içinden “Ey büyük Allah’ım sen bize yardım et! Bu yıl bizim halimiz ne olacak?” diye dua ediyordu. Bu düşünceler içinde bir süre sonra yorgunluğun da etkisiyle kendinden geçip uykuya dalmıştı. Korkut Dede, arazisinin görüntüsüne hakim bir rakımda bir tarafı yemyeşil  ormana bakan dubleks evinin terasında gelin kızının pişirip getirdiği kahveyi büyük bir keyifle yudumluyor, bir taraftan da gözlerini başağa durmuş tarlalar üzerinde gezdiriyordu. Bakışlarıyla ovadaki seyahati devam ederken   henüz okula yeni başlamış torunu Kürşat’ın yanına gelmesiyle bu seyahate ara vermek zorunda kaldı. Kürşat, henüz altı yaşında öğrenmeye çok meraklı zeki bir çocuktu. Dedesinden öğrenmek istedikleri vardı. Önce her zamanki gibi dedesine bir öpücük verip dedesinin o nurlu yanaklarından da kendi öpücüğünü aldı. Bu, dede torun arasında sıkça yaşanan görülmeye değer bir tablo idi. Korkut Dede: “Hadi sor bakalım, ne öğrenmek istiyorsun bu sefer?” Tabii Kürşat’ın dedesinden öğrenmek istediği çok şey vardı. Şimdi dedesi ona merak ettiklerini anlatmaya hazırdı. Düşündü, nereden başlamalıydı? Kararını verdi. Televizyonlardaki haberlerde dünyanın değişik ülkelerinden insanın içini burkan, aç, çıplak, sefillik içerisindeki insan manzaraları sahici miydi? Yoksa bir kurgu mu? Öyle ya sahici ise, bizim ülkemizde neden yok bu manzaralardan? Yoksa var mı? O çocuksu bedeni korku ve irkinti içerisinde hakikati dedesinden öğrenmek istiyordu. Korkut Dede, torununa keyif alarak onun anlayabileceği bir dille anlatmaya başladı. -Kürşat’ım, oğul balım! Şimdi sana anlatacaklarımı iyi dinle. Gelecek yıllarda Tarih Öğretmenlerin sana daha detaylı, daha ilmi ve daha doyurucu bir şekilde anlatacaklardır. O zaman, benim sana şimdi anlatacaklarımı öğretmenlerinin anlattıklarıyla harmanlayacak ve daha iyi kavrayacaksın. Vaktiyle bizim bu ülkemiz büyük bir imparatorluktu. Bu imparatorluk Osmanlı Beyliği ile tarih sahnesinde yerini almış, koca bir çınar gibi dal budak salarak dünyanın dörtte üçünü yönetimi altına almıştı. Avrupa ve Asya kıtalarında uzun süren bir hükümranlık…Bu topraklarda yaşayan halkların inançlarına hiç dokunulmamış, asıl gayesi yüce dinimiz İslam’ı yaymak olan bu imparatorluğun yöneticileri inancımız gereği bu halkları inançlarından dolayı ezmemişlerdir. Kendi yaşam tarzlarına hiç müdahale etmemiş ve özgürlüklerine hiç dokunmamıştır. Sadece o ülkeleri gönderdikleri yöneticilerle yönetmişlerdir. Ancak bu görkemli ve ihtişamlı dönem ne yazık ki 16. Yüzyıla kadar devam etmiş, bu yüzyıldan sonra gerçek İslam’dan uzaklaşıp hurafelerin egemen olduğu bir inanç sistemi neticesinde duraklama ve gerileme dönemlerine girilmiştir. Kürşat:-Dede, hurafe ne demek? Korkut Dede:-Hurafe, batıl inanç demek. Dinde olmayan, inancı kendi çıkarları için bozan art niyetli kişilerin, insanları kendi hegemonyası altına alıp sömürmek amacıyla uydurdukları dogmalardır. Hakikatten ve özden uzaklaşmaktır hurafe. Başka milletlerin kültürlerini ve yaşam tarzlarını kutsayıp kendi kültüründen ve öz benliğinden uzaklaşıp başkalaşmaktır. Uydurma inançlarda ve yabancı kültürlerde yok olmaktır. Hiç unutma ki, milletleri aynı idealler etrafında toplayıp bir millet halinde yaşatan öz kültürleridir. Bundan dolayı büyük önder Mustafa Kemal Atatürk “Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin şikarıdır.” demiştir. Eğer hurafeler bir topluma egemen olursa toplumun inançları bozulur, o toplum yozlaşır; bir kargaşanın ağına düşüp huzurunu kaybeder. İnsanlar kin ve nefret duygularıyla birbirine düşmanlaşır; hakikatin yerini yalan, helalin yerini haram, tevazunun yerini hamaset, dürüstlüğün yerini riya alır.İşte televizyonlarda gördüğün dikkatini çeken o görüntüler, kendi kültürünü oluşturamamış toplumların acı manzaralarıdır.İleride yani büyüdüğün zaman bunu daha iyi anlayacaksın. Bıraktığımız yere dönelim. 16.yüzyıldan sonra koca çınar diye tarif ettiğim o koca imparatorluk, batıl inançların pençesine düşerek yavaş yavaş ufalmaya başlamış. Tıpkı koca çınarın dallarının kurumaya başlaması gibi. Sonra gövde kurumaya başlamış. Koca imparatorluk “hasta adam” damgasını yemiş, yeteneksiz ve basiretsiz yöneticiler yüzünden can çekişir hale düşürülmüş. Son vatan parçası, geçmişten bize hıncı ve topraklarımızda gözü olan emperyalist güçler tarafından dört bir yandan işgale uğramıştı. Millet “harap ve bitap” düşmüştü. Yoksulluğun ve sefaletin pençesinde çaresizlik içerisinde kıvranırken Mustafa Kemal ve onun silah arkadaşlarının önderliğinde büyük bir azimle topyekün bir mücadele başlatılmış ve bütün olumsuzluklara rağmen büyük bir iman ve büyük bir inançla “istiklal mücadelesi” verilmiş, nihayetinde zafere ulaşılmıştır. Yıkılan imparatorluğun enkazından genç, modern ve aydınlık yeni bir devlet kurulmuştur. Bu devletin adı, tarihte “Türk” adıyla kurulan ikinci devlet olan “TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ” olarak konulmuştur. Ondan dolayı devletimizin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ü İkinci Bilge Kağan olarak kabul ederiz. Kurulan genç devletin temellerinin harcı Türk Kültürüyle yoğrulmuştur. Bugün onun kurduğu modern devlet,  demokratik,  laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Yönetimde halkın iradesi egemendir. Kurulan güçlü parlamenter sistem sayesinde bugün biz dünyanın en gelişmiş, en hür bir ülkesi olarak yaşadığımız için televizyonlarda gördüğün o kötü, iç karatıcı geri kalmışlık manzaraları yoktur ülkemizde. Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda devletimiz yönetildiği sürece bu gelişmişlik ve kalkınmışlık devam edecek, başka milletlerin örnek aldığı bir ülke olarak ebediyen mesut ve bahtiyar yaşamamız sürecektir. Sanayimizle, tarım ve hayvancılığımızla üretmeye devam edip dünyada yönetilen değil yöneten ülke konumunda varlığımızı ebediyen devam ettireceğiz. Demokrasi tabandan tavana istikametinde varlığını devam ettirirken halkın tercihi ve iradesiyle seçilenler “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir” felsefesiyle halka hizmet edeceklerdir. Geçmişte bir virüs gibi bünyemize giren hurafeler artık bu toplumda yaşama şansı bulamayacak, modern hayatımız inançlarımızla barışık olarak varlığını devam ettirecektir. İleride devam etmek üzere şimdilik bu kadar yeter, dünyalar tatlısı. Seni daha fazla yormayayım. Hadi dedene bir daha güzel bir öpücük ver bakayım! Ilık bir ikindi esintisiyle gözlerini açtığında gördüğünün bir rüya olduğunu anladı, yeniden bugünün gerçeğiyle yüz yüze geldi Korkut. Ne olurdu gördüğü rüya gerçek olsaydı! Bu millet bunu hak etmiyor mu? Yoksa böylesine layık görülmüyor mu? Bu rüyanın gerçekleştirilmesi imkansız mı? Düşünelim, doğru karar verelim ki bu rüyalar gerçek olsun.