Ülkenin gündemi insanın sosyal hayatını öyle bir etkiliyor ki insan uyku uyuyamaz oluyor. İşte böyle bir uykusuz gecenin erken saatlerinde bilgisayarımı açıyorum. Parmaklarım klavyenin tuşlarına bir p...

Ülkenin gündemi insanın sosyal hayatını öyle bir etkiliyor ki insan uyku uyuyamaz oluyor. İşte böyle bir uykusuz gecenin erken saatlerinde bilgisayarımı açıyorum. Parmaklarım klavyenin tuşlarına bir piyanistin parmaklarının dokunuşu gibi dokunurken gündemle ilgili düşüncelerimi yazmaya başlıyorum. Yazdıkça bedenim rahatlıyor, ruhum dinginleşiyor, içimdeki fırtınalar bir nebze olsun diniyor. Denizlerin dalgalanmasından sonraki durgunluğa kavuşuyorum. Benimkisi ülke gündeminin üzerimde yarattığı stres olsa gerek. Düşünen, aydın insan davranışı. Gece yerini, tan yerinin ufukta beliren aydınlığına devrederken içimde yeni umutların kıpırdadığını hissediyorum. Öyle ya, yeni gün yeni umutlar, yeni güzel beklentiler demek. Bu güzel umut ve beklenti dolu duygularla yeni günü karşılıyor ve içten “Merhaba, Günaydın” diyorum. İnşallah bugün dünden daha güzel olacak beklentisiyle güne başlıyorum. Bir hayal kuruyorum. Bu cennet ülkemin geleceği için, yarınları için. Bir tablo çiziyorum kafamda, bir yeni Türkiye tablosu. Şöyle: Ülkemin daha demokratik yönetildiği, hukukun egemen kılındığı, sosyal adaletin tesis edildiği, hakça, adil bir paylaşımın sağlandığı, insanımızın huzur ve barış ortamı içerisinde kardeşçe yaşadığı, aynı sosyoekonomik düzeyde demokratik haklara sahip kılındığı insanların yaşadığı bir Türkiye. Milletin seçtiği vekiller, parlamentoda parti ayırımı gözetmeksizin kafa kafaya verip bu tabloyu yaratabilmek için tüm mesailerini, tüm enerjilerini sarf ederek çalışıyorlar. Birbirlerinin düşüncelerine son derece saygılı, büyük bir anlayış ve nezaketle gecelerini gündüzlerine katarak emek harcıyorlar. Ülkemizin geleceği, insanımızın refah ve mutluluğu için, yüce Atatürk’ümüzün hedef gösterdiği muasır medeniyet seviyesine çıkmak için yeni hamlelerle yeni cepheler açıp büyük bir mücadele veriyorlar. Mecliste kavga değil çalışan, üreten, tarımıyla, hayvancılığıyla, sanayisiyle; tüketerek değil üreterek büyüyen bir Türkiye’yi nasıl yaratabileceklerini tartışıyorlar. ”Misak-i milli sınırları içerisindeki vatan bir bütündür, asla parçalanamaz, bölünemez”  temel felsefesinden hareketle “Tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek dil” sloganı çerçevesinde buluşuyorlar. Tek dili de ilave etmemizin amacı; tek millet olabilmenin temel şartı ortak kültür, ortak kültürün olabilmesinin temel şartı da ortak dildir. Hiç unutulmamalıdır ki bir milleti yok etmenin en etkili yolu onun ortak kültürünü oluşturduğu dilini bozmakla mümkündür. Yine hiç unutulmamalıdır ki insanları aynı ülküler etrafında toplayan, aynı bayrak altında yaşatan, kaderde, kıvançta ve tasada bir ve beraber olmalarını sağlayan ortak dildir. “Ortak dil bir milletin kalesidir, bedenidir.” Onu yok ederseniz ortada millet diye bir şey kalmaz. Etnik dillere karşı olduğumuz söz konusu değildir, olamaz da. Devletin etnik dilleri ve kültürleri geliştirmek gibi bir mecburiyeti yoktur. Devlet ortak kültürü geliştirmekle görevlidir. Bu da ortak dille mümkündür. Devlet, herkesin kendi kültürünü yaşamasında ve geliştirmesinde bir sakınca görmez. Bu konuda devletin garantörlüğü söz konusudur. Modern devletler, bireylerin kişisel özgürlüklerini toplum düzenini bozmadan teminat altına alır. Bu hummalı çalışmalar neticesinde dünyada yönetilen değil yöneten, coğrafyasında egemen, sözü geçen; ezilen, sömürülen ülkelerin hamisi, bütün platformlarda onların haklarını ve çıkarlarını da gözeten güçlü bir Türkiye’nin yeniden inşa edildiği bu yoğun faaliyetlerinin hasatını imece usulüyle topluyorlar. Yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız bir çarkın dişlileri gibi birbirine güç verecek şekilde çalışıyor. Üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü sağlanıyor. Sonunda mes’ut insanların yaşadığı, kalkınmış, müreffeh bir Türkiye’nin inşası başlıyor. Liderler ekranlarda bu çalışmalarla ilgili tartışarak halkın aydınlanmasını ve bilgilenmesini sağlıyorlar. Her şey şeffaflık ve eşitlik çerçevesinde gerçekleşiyor. Hiçbir şey halktan gizlenerek ve halkın bilgisi dışında yapılmıyor. Neticede ülkemin ırmakları daha gür akıyor; kışın kar tanecikleri mutluluk şarkısını terennüm edercesine yere düşüyor; kışın ayazı artık dondurmuyor; cemreler havaya, suya ve toprağa düşerek tabiata baharı müjdeliyor; çiçekler rengarenk açarak bin bir güzel kokularını etrafa yayıyor; kuzular meleşiyor; kelebekler daha bir özgürce uçuyor; evlerin bacaları bahar sabahlarında başka bir mutlulukla tütüyor; insanlar büyük bir inanç ve güvenle erkenden yüzlerindeki tebessümle işlerine gitmek üzere evlerinden çıkıyor, selamlaşarak yola koyuluyor…İnsanlar arasında ayrım, ayrıştırma ve ötekileştirme yapılmıyor. Kimsenin inancıyla, mezhebiyle, yaşam tercihleriyle uğraşılmıyor, herkes birbirine güveniyor, inanıyor ve saygı duyuyor; yarınlara ümitle ve güvenle bakıyor; çocuklarının geleceğinden endişe duymuyor. Ne güzel bir tablo değil mi! Gerçekleşemez mi, gerçekleştirilemez mi? İstenirse güçlü, tam bağımsız bir Türkiye vücuda getirilemez mi? Bunların hepsi yapılabilir, gerçekleştirilebilir elbette. Yeter ki bencilliğimizden sıyrılalım, hamaseti bırakalım. Bunları gerçekleştirebilecek birikimimiz, potansiyelimiz ve kültürel mirasımız mevcut. Ortak değerlerimiz dipdiri ayakta duruyor. Yeter ki farkında olalım, titreyip kendimize gelelim. Dostlarımızı sevindirmeyi ve onlara güven vermeyi şiar edinelim. Olmaz diye bir şey yoktur. İstenirse olur. Şarkıda olduğu gibi: “Olur olur/ Bal gibi olur.”